Sati Uğruna Diri Diri Yakılan Kadınlar
Hint Toplumunda Kadın
Toplumların uygarlık seviyelerinin belirlenmesinde kadının konumu önemli bir yer tutmaktadır. En ilkel cemiyet hayatından günümüze kadar kadın hakları, esasında toplumların insan haklarına bakışını da anlamaya yaramış ve tarihî süreç içerisinde kadınlar birtakım haklara sahip olmuştur. Dini inanış, sosyo-kültürel yapı, siyasi hayat, gelenek ve görenekler bakımından toplumlar farklı nitelikler taşıdığından, kadınların sahip olduğu hak ve hürriyet her toplumda farklılık göstermiştir. Bazılarında kadınlar insan statüsüne dahi alınmayı hiçbir hakka sahip olmazken bazılarında en az erkekler kadar hatta bazen onlardan da fazla hak ve hürriyete sahip olmuştur. Yaşayan bir toplumun temel taşı olan kadın, eşi ve çocuklarıyla beraber, binlerce yıl geriden gelen bir yaşamın tarihini taşımaktadır.
Bilindiği üzere bir toplumun şekillenmesinde geleneklerin büyük rolü vardır. Ancak toplumu iyi yönlendiren gelenekler olduğu gibi kötü yönlendiren gelenekler de mevcuttur. İşte bunlardan birisi, kanunen yasak olmasına rağmen Hindistan’ın ücra bölgelerinde hâlâ uygulanan Sati geleneğidir.
Hint toplumunda kadının konumu gerek din, gerek efsane, gerek mitoloji gerekse ekonomik ve sosyal düzey çerçevesinde incelenmeyi gerektiren geniş bir konudur. Hint geleneğinde kadın zayıf karaktere sahip olduğu için Manu Kanunu onu çocukluğunda babasına, gençliğinde kocasına, kocasının vefatı sonrasında da oğluna veya kocasının akrabasından birine bağlanmayı mecbur etmiştir.
Hinduizm’e Göre Dul Kadın
Hinduizm’de küçüklükten itibaren kız çocuklarına; kocalarına, onların her şeyleri oldukları, babaerkil normları içselleştirmeleri ve yaşamlarını iyi eşler olarak sürdürmeleri öğretilir. Hinduizm’de evlilik iyi talih, güzellik ve zenginlik simgesi iken, dul kadın, çirkinlik ve trajedinin temsilcisi konumundadır.
Dulluk çirkin, trajik, saf olmayan ve fakirlik getiren bir olgu olarak kabul edilmiş ve çirkinliğin temsilcisi sayılan dul kadın, kocasının ölümünden sorumlu tutulmuştur. Hint kutsal kitaplarına göre bu koşullar altında dul kadının; kendisini kocasının cenazesinde yaktırma; kendi kendini reddetme (manastıra kapanma) gibi şartları kabul etmekten başka çaresi kalmamıştır.
Eski Hint toplumuna göre uğursuz olduğu ve kötü şans getirdiğine inanılan dul kadına eski bir sari verilir; bir yıl boyunca odanın bir kenarında oturur, olabildiğince az yemek yer, çok az konuşur ve bir yılın sonunda yas tutması için oturduğu köşesinden ayrılır, üstündeki sariyi başka bir dul kadının giymesi için çıkarırmış. Hinduizm’deki reenkarnasyon inancının da bir göstergesi olsa gerek Hintliler bir kadının dul kalmasını kadının daha önceki hayatındaki günahlarına bağlamaktadır.
Eski Hint’te dul kadınların evlenmesine izin verilmediği; oğulları yetişkinse onların himayesine girdiği aksi takdirde kocasının yakın akrabalarının yanında yaşadığı görülmüştür. Dul kadının mutlu görünmesi ayıp karşılanır, saçlarının her zaman kesilmiş olması gerekir, sadece günde bir kez ve hayatta kalabilmek için yemek yemelerine izin verilirmiş. Buna göre hayatlarını yaşadıkları evlerdeki insanlara adar, bütün mücevherlerine el konulur ve bir kat hasır üzerinde yatarlardı. Hindu inancına göre dul kadın her türlü zevk veren şeyden uzak yaşamalı, yeniden evlenmemeli, ailesi ile dini kutlamalara katılmamalı. Dul kadının evlilik yaşamına dair tüm simgeleri elinden alınmakta ve toplumdaki en aşağı tabaka olarak görülmektedir.
Genel olarak Hindistan’da dullar toplumsal tecride ve kötü davranışa sıklıkla maruz kalmış; dul kalmanın zorlukları, eski dönemde kadının ölen kocasıyla birlikte yakılması geleneğine bağlı öldürme anlayışının radikal bir şekilde ortadan kaldırılmamasına bağlanmıştır. Günümüzde ise dul kadın, Hindistan’ın özellikle kırsal bölgelerinde belki doğrudan ölüme mahkûm edilmese de bu tarz bir yaşama mahkûm durumda.
Hindistan’ın Tapınak Kentlerindeki Dul Kadınlar
Gelenekler onları belli kalıpların içine sokmakta; renkli giysiler giymeye son vermekten, makyaj yapmayı toptan bırakmaya kadar pek çok kısıtlamayla yüzleşmektedirler. Öte yandan evlerini terk eden yahut aileleri tarafından evlerinden uzaklaştırılan kadınlar çeşitli kentlerde yer alan tapınaklarda yaşamak zorunda.
Tabii bir de kocasıyla birlikte yakılmak gibi “kutsal” ve “üstün” bir çözüm var. Sati olarak adlandırılan bu yakılma olayı, inanışa göre sadece kendisinin değil, tüm akrabalarının bundan sonraki yedi kuşağının günahlarını affettirmekte, üstelik yeniden doğuşta, yeryüzüne kadın değil, erkek olarak gelmenin garantisini vermektedir.
Sati Nedir?
Sanskrit kökenli bir kelime olan Sati (suttee) iyi, dürüst, erdemli, sadık, iffetli kadın anlamına gelmektedir. Kelimeyi dul kadın üzerine uyguladığımızda ölmüş kocasıyla kendini yakarak feda eden kadını temsil etmektedir. Kadınlar bu yönüyle ideal eşi temsil etmektedir. Sati geleneği ise kocası ölen kadının kocası ile birlikte diri diri yakılması geleneğidir. Kocası ölen kadın kaç yaşında olursa olsun eşiyle birlikte yakılmaktadır. Yakılmak, kadınlar için kaçınılmaz sondur. Çünkü Hindistan’da erkeklerin evlendiklerinde kadınlardan yaşça daha büyük olduğu bilinmektedir. İnanışa göre kocasıyla birlikte yanmayı tercih eden kadın, günahlarından arınmakta ve kocasıyla birlikte huzur içinde yaşamayı hak etmektedir.
Dul kalan kadının kocası ile birlikte yakılması, Hindistan’da hem dinî hem de toplumsal baskıdan dolayı yapılmakta ve Sati’yi uygulayan kadınlar kutsal olarak kabul edilmektedir. Geride kalan ailelerinin de toplumda saygın bir yeri olduğu inancı hâkimdi.
Y. Hikmet Bayur’a göre Sati, “Kocası ölen bir kadının dul kalıp çevredeki olumsuz davranışlardan etkilenmemesi düşüncesi ve kadının kocası olmadan yaşayamayacağı inancına göre kadının da kocasının ölüsüyle birlikte yakılmasıdır.”
Bayur’a göre Hindular kız çocuklarını doğar doğmaz bir erkeğe verir ve kocası öldüğünde (çocukken dahi ölse) onu dul sayarlar ve yakarlardı.
Eski Hint’te kadınların ateşe girerek hayatlarına son verdikleri başka bir uygulamaya ise cauhar adı verilmektedir. Cauhar, eşleri savaşa giden kadınların düşmanlarından gelebilecek saldırılara karşı kendilerini korumak için toplu bir şekilde yakılan kutsal ateşe atlamalarıdır. Bu davranış iffetini korumak isteyen kadınların zehir içerek yahut kendilerini asmalarına göre
daha makul bir yöntem olduğuna inanılır. Bu gelenek çoğu yerde Sati olarak da karşımıza çıkmaktadır. İlk başlarda Sati, kişisel bir fedakârlıkken, daha sonra halk tarafından da kabul görüp uygulanmaya başlanmıştır. Eşlerin yakılması Kuzey Hindistan’daki Rajput ve Hint Kast sistemindeki topluluklarda daha fazla görülmüştür.
Sati’nin temel nedenleri arasında; sosyal ve psikolojik baskı ve dini gelenekler var. Asıl çıkış nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte birçok araştırmacı Sati’nin nasıl geliştiği hakkında çeşitli teoriler ortaya koymuştur.
Fisch, bu geleneğin kökeni hakkında iki hipotez ileri sürmektedir. Buna göre Sati, Aryan öncesi kültürün içerisinde başlamış yahut Aryanlar tarafından Hindistan’a getirilmiş ve buraya adapte edilmiştir. Diğer yandan Sati’nin Bengal’de ortaya çıktığı ileri sürülmüş, bununla dış güçlerin istilası esnasında Hindu ve Hint geleneklerini korunmasının sağlandığı da belirtilmiştir. Bir başka rivayete göre ise Datta isimli araştırmacı Sati’nin, krallar, savaşçılar ve üst sınıf insanlar tarafından iki sebeple ortaya çıktığını belirtmiştir. Birincisi Sati ritüellerinin yüksek sınıftaki insanların cenaze törenlerini daha ihtişamlı göstermesi için diğerinin ise kadınların düşmanın eline düşmesini önlemek amacıyla olduğu iddia edilmiştir.
Singh adlı diğer bir araştırmacı da Sati’yi antik inançların bir yansıması olarak ele almış; bu inançta ölüyle birlikte sahip olduğu her şey ona ikinci yaşamında eşlik ettiğine inanmıştır. Singh, Sati’nin yerli Hindistan kültürüne ait olmadığı Çin’den alındığını belirtmektedir. Singh’in Datta ile aynı fikirde olduğu nokta ise ilk zamanlar Sati’nin savaşçı gerekçelerle kabul edilmesidir.
Vedik dönemde Hindistan’da, kadınlar eğitilmiş ve toplumda söz sahibi olabileceği bir konuma yükseltilmiş ancak gelecek yüzyıllar içinde bu durum değişerek kadınlar tamamen eşinin kontrolü altında ve ona bağımlı duruma gelmiştir. Bunun çok çeşitli nedenleri olabilir fakat Brahmatik kültürün Hindistan’da yaygınlaşması, etkili nedenler arasında ilk sırada yer alabilir. Öte yandan yabancı istilalarla kadının rolünün azalması yeni sosyal etkilere yol açmış; kadınların eğitiminin azalması Hint toplumunda kast sisteminin yaygınlaşmasını beraberinde getirmiştir.
Kadınların toplumdaki statüsü azalınca kocasının önemi ve dul eşin statüsü toplumda ilk sırayı almıştır. Daha önce de belirttiğimiz üzere kadının tek görevi kendini tamamıyla eşine adamak olmuş; kocası öldüğünde kadının da görevinin sona ereceği inancı yaygın hale gelmiştir.
Sati’nin Dinî Açıdan Önemi
Hinduizm’e göre kocasının ölümü, kadının görevini düzgün bir biçimde yerine getiremediği, yani başarısızlığına işaret etmektedir. Genel inanışa göre Sati kurbanı olan kadın, yalnız ailesi efradında değil, yaşadığı bölgede de itibar görmektedir. Sati uygulamasını gerçekleştiren dul kadın kendi dini başta olmak üzere, hem ailesi hem de yakın çevresince tanrıçalaştırılmaktadır.
Sati’yi uygulayan kişi için ölümden sonraki hayatta daha iyi bir yerde olacağı düşüncesi hâkim olmakla birlikte Sati’nin uygulandığı alan kutsal sayılmaktadır.
Sati Ritüelinin Uygulanması
Kocası ölen dul kadın, gelinlik sarisini giyer, süslenir ve kocasının yakılması sırasında kendisini ateşe atarak kocasına eşlik eder. Kocasının acısına dayanamayarak intihar ettiği izlenimini verir. Aslında gerçek hiç de böyle değil. Kocası ölen kadının toplum içinde yaşama şansının olmaması onu eşi ile birlikte ölmeye mahkûm etmektedir. Kimilerine göre Sahmarna ve Anumarana şeklinde iki çeşit Sati bulunmaktadır. En bilinen yöntem olan Sahmarna kocanın ölümünden hemen sonra özellikle 24 saat içinde gerçekleştirilmektedir. Bu uygulama kocası yanarken kendini yakarak intihar etmesini içermektedir. Anumarana ise daha az bilinen bir uygulama olup kocanın ölümü ve yakılmasının üzerinden zaman geçtikten sonra yapılmakta, kocanın cesedi ile yakılmak yerine, ona ait ayakkabı, şal gibi bir eşya ile yakılması sağlanmaktadır. Anumarana Sati, genellikle kocanın köyden uzaklarda öldüğü durumlarda ve kadının ölmüş kocasının cesedini köye getirtemediği durumlarda uygulanmaktadır. Hamilelik, ay hali ve kadının ölümünden sonra bakacak kimsesi bulunmayan küçük çocuklarının olması gibi durumlarda uygulanmazdı.
Tarihsel Arka Plan
Hindistan’da Sati geleneğinin tarihi oldukça eskilere dayanmaktadır. Dinî bir ritüel olarak uygulanan Sati’nin Hint alt kıtasında uygulanışı ile ilgili ilk tarihsel kayıtlar Gupta İmparatorluğu döneminin öncesini yani yaklaşık olarak MS 400’ü işaret etmektedir. Klasik Sanskrit Edebiyatı eserlerinde de Sati uygulamasından sıkça bahsedilmiştir. Sati yahut Suttee, Hintlilerin zengin edebiyatlarının içinde de sıkça işlenmiş kadim bir gelenektir. Bu konuda çeşitli rivayetler söz konusu. Sati geleneğiyle ilgili eski Hint’te ilk uygulama MÖ 316 yılına aittir. Efsaneye göre Hintli lider, Eumenes ile savaşa girmiş; çetin geçen savaşta kral acımasızca öldürülmüş ve geride iki karısı kalmıştı. Sati yapılması konusunda iki kadın da adeta birbiriyle mücadele içindedir. Savaşın galip tarafı olan Grek ve Makedon komutanlar genç olanı tercih etmiştir zira yaşlı olan eşin çocukları vardı. Yaşlı olan kadın oradan uzaklaştırılmış ve kafası kazıtılmıştır. Genç kadın ise aile fertlerinin huzurunda, kocası için hazırlanan odunların üzerine -kocasının yanına- uzanarak hayatına son vermiştir.
Başka bir rivayete göre Rajput kadınları, savaşta ölen kocalarının ardından galip gelen ordu mensuplarının tecavüzüne uğramamak için kendilerini yakmış. Sati, daha sonraki dönemlerde, eşe sadakati ve ölümünden sonra yaşamın anlamsızlığını kanıtlamak için uygulanmıştır. Sati 19. yüzyıla yani İngilizlerin Hindistan’ı işgal ettiği döneme kadar dinsel bir tören olarak
uygulanmaya devam etmiştir.
Sati Geleneğinin Kaldırılmasına Yönelik Faaliyetler
Sati’yi engellemeye yönelik ilk faaliyetler Hindistan’a uzun süre hâkim olan Türkler tarafından uygulanmaya başlanmıştır. Ortaçağ Hindistan’ına damgasını vuran Delhi Sultanlığı, İslami inanca ters düşmesi sebebiyle Sati uygulamasına kati bir şekilde karşı çıkmıştır. Yönetimin bu uygulamasına karşı çıkan Hinduların sert bir şekilde cezalandırılması da Hinduların bir dönem de olsa Sati’den uzak durmasını sağlamıştır. Delhi Sultanlığı döneminin ardından Hindistan’a altın çağını yaşatan Babürlü Devleti hükümdarlarından Hümayun Şah, Sati’ye karşı çıkmasına rağmen uygulanmaları engelleyememiştir. Hümayun’un oğlu Ekber Şah da Sati’yi önlemeye çalışmış ve idari makamlardan izin alınmaksızın uygulamasını yasaklamıştır. Ekber Şah, Hinduların katı kurallar barındıran gelenekleri konusunda iyileştirmeler yapmak üzere büyük çaba sarf etmiştir. Bu geleneğin kaldırılması için çok çalışmış ve Sati olaylarını kontrol altına almak üzere özel müfettişler görevlendirmiştir.
Ebu’l Fazl, Ekber Şah’ın birinin karısını yanmaktan kurtarmak için olay yerine atla geldiğini anlatmakta ve onun bu konudaki duyarlılığını vurgulamaktadır. Ekber Şah’tan sonra yönetime geçen Alemgir Şah, kadının kesinlikle hiçbir gerekçe ile yakılmamasını emretmiştir. Bu emir oldukça etkili olmuş ve onun saltanatı boyunca Sati oldukça azalmıştır.
XV. yüzyılın sonlarına doğru Sihlerin ilk gurusu olan Guru Nanak da söylemlerinde Sati’ye karşı olduğunu öyle ifade etmiştir.
İngiliz yönetiminin Hindistan’ı işgalinden sonra ilk olarak Sir C. Malet ve Jonathan Ducan bu tarz bir uygulamanın yanlışlığına dikkat çekmiş, Wilson’un da desteğini alarak Sati uygulamasını engellemeye çalışmış ancak başarılı olamamıştır.
Hikmet Bayur, İngiliz sömürge döneminde Sati geleneğiyle ilgili yaşananları şöyle aktarmaktadır, s. “Hintliler, dul kadını Sati’ye kandırmak için her türlü baskıyı yapıyorlardı. Onlara uyuşturucu maddeler vererek bu işe razı ediyorlardı. 1812 yılında İngilizler bu maddelerin dul kalan kadına verilmesini yasaklamıştı. Ancak bu durumu denetlemesi çok güçtü ve Sati ile ilgili kesin yasak 1829 yılında gelmiş ve 1856’da dul kadınların evlenmesini mümkün kılan bir kanun çıkartılmıştır. Bu durum Hindularca hiddetle karşılanmıştı.”
İngiliz idaresi zamanında özellikle 1815-1828 yılları arasında Sati uygulamalarının oldukça yaygın olduğu bilinmektedir. 1817 yılında yalnızca Bengal’de 700 dul kadına Sati uygulanmış, bunun akabinde 1827 yılında ise Hindistan Genel Valisi olan William Bentick’in ilk reformu Sati’yi yasaklamak olmuş ve uygulamaya devam eden kişilerin ise katil olarak yargılanacağını ilan etmiştir. İngiliz yönetimi 1828’de Sati uygulamasını resmen yasaklamıştır.
Sati hem Brahmanlar hem de Kshatriyalar tarafından uygulanan bir gelenek olarak Hindistan coğrafyasına hâkimdi. Öyle ki bugün bile koyu Hindu inancına sahip kabileler tarafından nadiren de olsa uygulandığı bilinmektedir.
Sati’nin izlerini çok da eski zamanlardan ziyade günümüzde de aramak yanlış olmayacaktır. Çok değil yakın bir zamanda, 1987’de Rajastan’daki Deorala köyünde Roop Kanwar adlı genç bir kadın kocasının cenaze töreninde ateşler arasında yanınca Sati tekrar tartışılmaya başlanmıştır. Kanwar henüz 18 yaşında ve 8 aylık hamileyken dul kalan ve seçkin bir aileden gelen bir kişi olarak bilinmektedir. Ailesi, yöredeki halk ve pek çok Hindu önder Kanwar’ın bunu kendi isteğiyle yaptığını iddia ederken, bazıları ise genç kadının ailesi ve Brahmanlar tarafından zorla yakıldığını belirtmiştir. Hindistan Parlamentosu 1987’de Sati’yi yasaklayan yeni bir yasa çıkarmış olsa da Sati uygulamaları ne yazık ki tamamen bitmemiştir. Yaklaşık dokuz yıl önce, 2008’de 75 yaşındaki Lalmati Verma’nın kocası yakılırken kendini ateşe atması da infial yaratmıştı.
Sati geleneği konusunda vermeye çalıştığımız tüm bu bilgiler ışığında yüzyıllardır süregelen bu uygulamanın yasalarca yasaklanmış olmasına rağmen tam anlamıyla ortadan kaldırılamamasının ardında gelenekler, inançlar, toplumsal baskı, eğitimsizlik gibi birçok unsurun barındığını gözlemledik.