Tanrı’nın Oniki Çoçuğu
Tanrı’nın Oniki Çocuğu Yeryüzünü kocaman bir salon olarak hayal edin, hem maddi hem manevi pek çok hazine ile dolu bir oda. Şimdi de yeryüzünün yanında Tanrı’nın yıldızlı bir lobi yarattığını hayal edin; yeryüzünün tam yanında, mavi gezegenimize bakan, melekler için yapılmış bir bekleme odası…
Tanrı oniki çocuğunu, altısı dişi, altısı erkek oniki meleksi varlığını işte bu bekleme odasına davet etmiş. Yeryüzü denilen hazine yüklü oda ile bekleme odasını birbirinden ayıran büyük kapı çılgınca dönen alevlerden oluşan bir anaformuş.
Tanrı çocuklarına şöyle demiş: “İşte sizlerden korumanızı ve hizmet etmenizi istediğim yeryüzü. Adanmışlığınızı ve gelecekteki çalışmalarınızı takdir edişimin bir simgesi olarak, her biriniz sırayla hediyeler odasından taşıyabildiğiniz kadar hediye alabilirsiniz. Aldıklarınıza daha sonra hükmedeceksiniz. Sonra, göklere yükselmeli, karanlıkta dolaşan yaşayan varlıklara yol göstermek için kendinizi bir burç olarak kuvvetlendirmelisiniz.”
Bu oniki burç çocuk, kendilerini yeryüzünden ayıran ana kapının önünde bulduklarında, bilinmezliğin verdiği korkuyla kıpırdamadan öylece kalakalmışlar. Tam ilk kim gidecek diye tartışması başlamak üzereyken, Koç adındaki meleksel varlık vahşi bir savaşçı kükremesiyle anaforun içine atlayıvermiş. Geride kalanlar ona ne olduğunu görmek için pencereye koşuşmuşlar. Bilinmeyen yeryüzüne inen çılgın kardeşlerinin çevik, sıska ve erkeksi bedenine tedirginlikle bakmışlar. Allaha şükür, iki ayağının üzerine düştüğü ve ana kapının ateşi onu yok etmediği için sağ salim kurtulmuş. Ne de olsa, Koç bir ateş burcuymuş; ateş ateşi nasıl yok edebilirmiş ki? Bir alev kendini yakabilir mi? O birinciydi, o her şeyi başlatandı ve diğerlerini anafor korkusunun yarattığı tutsaklıktan kurtardı. Hepsi için yolu açtı ve odayı emniyete aldı. Öncü oldu. Bazen Ram diye de çağrılan ve kurbanlık koyun olmaya eğilimli Koç daima kelimelerle anlatılamayacak kadar cesur işler yapar. O günden sonra da, Koç burcu ilk buyuran oldu.
Ona astroloji yılı başlatan varlık olma ayrıcalığı bahşedildi. Koç ilkbaharın başlangıcını ve baharla birlikte hayatın ortaya çıkışını ifade eder. Koç yeryüzünden gücü ve her şeyde ilk olma yeteneğini almaya karar verdi. Ama bunu yapmak için, beraberinde çok fazla şey götüremedi. Eğer bir numara olmak istiyorsanız, hızlı koşmalısınız ve mal mülk sizi yavaşlatmamalı. Koç çok akıllıymış; yerden bir tohum almış ve tohum kavramını kendi ebediyeti olarak ilan etmiş. Tohumun içinde DNA vardır ve DNA neye isterseniz klonlanabilir. Bizim Koç kardeş anafordan geçerken nereye gittiğini sizce biliyor muydu? Hayır. Sizce o cesur biri mi? Belki, ama çoğu zaman cesurdan çok aptal gibi görünür. Zaten bu yüzden Koç’un yüzünde o kadar çok yara izi vardır. Koç çıktığı gibi,
Boğa kendini geçide doğru atıvermiş, önündeki her şeyi itip dağıtmış. Çok becerikli bir kadınmış o, bir imparatoriçeymiş. Odaya iner inmez, etrafına bakmış ve gülümsemiş. Alabileceği bir sürü şey varmış. Kendi kendine “Aptal Koç, değerli hiçbir şeye dokunmamış,” diye düşünmüş. Boğa ağır yük hayvanı olduğu için, sırtında bir sürü şey taşıyabilirmiş. O yüzden de her şeyi yüklemeye başlamış. Para ve mücevherler dolu büyük bir kutu almış ve o günden sonra, güzel şeylere özellikle de pahalı olanlarına tapan Boğa, finans ve değerli taşların hükümdarı olmuş. Odadaki tüm sanat eserlerini almış, çünkü onların da para demek olduğunu biliyormuş. Para eden her şeyi almış. İşte bu yüzden Boğa sanatı, kıymetli şeyleri, doğal yetenekleri ve parayı yönetir. Boğa’nın felsefesi sadece maddi eşyalarla sınırlı değildir; bize kendi değerlerimizin ya da kendimize biçtiğimiz değerin ne kadar para kazanacağımızı belirleyeceğini de öğretir. Denklemi şöyledir: Kendine verdiğin değer bankadaki hesabına eşittir.
Boğa hediyeler odasını terk ettikten sonra, bilinmeyen bir yerden İkizler ortaya çıkıvermiş. İkizler bir hileci ve sihirbazmış. Lobide kuyruğun sonundan en başa geçmeyi iyi bilmiş bu meziyetiyle. İkizler, hediyeler odasından iletişim, zeka ve işle ilgili her şeyi almış. Mantığı basitmiş. Boğa’nın tüm değerli hediyeleri, sanatsal ve ticari eşyaları alıp gittiğini görmüş. Bütün bunlarla ne yapacağını sanıyormuş? Hepsini onun için satacak birine yakında mutlaka ihtiyacı olacakmış ve bunu yapacak da oymuş. Komisyonunu da alacakmış tabii üstelik tüm o ıvır zıvırı depolamak ya da taşımak zorunda kalmadan! Sonunda Boğa’dan çok daha fazla para kazanacakmış! İkizler dil, ticaret, alışveriş, hisse senedi piyasası ve reklamlar kavramını da almış. İkizler odadan yalancılık ve hırsızlık kavramını da almış. Ne de olsa İkizler’ i yöneten Merkür yalancıların ve hırsızların Tanrı’ sıdır. Her kim yazı yazıyorsa, yalancı ve hırsızdır. Yazarlar düşüncelerini kelimelere çevirirler, ama düşündükleri her şeyi yazdıkları çok enderdir. İkizler kazanç terimini uydurarak, hırsızlığı biraz da olsa gizlemenin zekice bir yolunu buldu. Bunu yapmak zorunda kaldı aslında, zira dil ancak bu şekilde işe yarar hale geldi. Dil yalanın bir şeklidir, ama gerekli bir şeklidir. Dilimiz Merkür’ dür! İkizler geldiği gibi hızla salonu terk etmiş.
Birdenbire hazineler odasını sel basmış. Ekselansları Okyanus Kraliçesi Yengeç odaya girmiş. Bazıları onu Anne Yengeç olarak da çağırırmış. O sudur, dolayısıyla yürürken her yana sular dökülmüş ve yeryüzünün yıldızlı dünyasındaki lobisinin çatlaklarından sızmaya başlamış, Bunu o kadar güzel yapmış ki yeryüzünün yüzde 71’ i onun sularıyla kaplanmış. Odadan doğum, annelik, şefkat ve beslenme kavramlarını almış. Anne Yengeç ayrıca odanın kendisini de almış (emlağı almış). Yengeç evlerin ve ailenin burcudur. Ev ailenin kabuğu, aile kişiliğinizin kabuğu ve kişiliğiniz özünüzün kabuğudur. Yengeç nereye giderse gitsin evini hep sırtında taşır. Yengeç, doğum yapma kavramını doğurmuş ve kozmik ebe olmuş. Yengeç ayrıca bilinçaltı kavramını, kaybedilmiş anıların, zamanla yitip gidenlerin hükümdarlığını da almış. Alışkanlığa dair de her şeyi almış. Doğumu aldığı için yaşlılığı da almış. İşte bu yüzden, insanlar hem doğduklarında hem de yaşlandıklarında bakıma ihtiyaç duyarlar. Yengeç sularını alıp gittiği gibi odada güneş ışımış.
Aslan ortaya çıkmış. Aslan mutluluğun ve neşenin burcuymuş. Odada hiçbir şey kalmadığını tahmin ediyorsunuzdur, o yüzden Aslan yaratıcılık kavramını almış. Demiş ki: “Êğer odada hiç hediye kalmadıysa, biz de yaratırız! Varmış gibi yaparız! Ben bir Kralmışım ve bir asam ve bir tacım ve bir pelerinim varmış ve sizler benim halkımmışsınız.” Aslan’ın çocukların, oyunculuğun ve eğlencenin hükümdarı olduğu söylenir. Çocuklar tüm dikkatin merkezinde olmaya bayılırlar ve hepimiz onlarla oynarız ve ne isterlerse almalarına izin veririz. İşte bu yüzden film yıldızları ve Kraliyet aileleri sansasyonel gazetelerin sayfalarını doldururlar. Herkes prens ve sevgilisine ne olduğunu bilmek ister ve herhangi bir ünlünün boşanıp boşanmayacağını merak eder. Aslan odadan drama ile birlikte sahnelere ve sinemalara, tüm yaratıcı çalışmalara hükmetmeyi almış. Sevgiyi de almış… Sevgi sadece birinin sevgilisini değil, aynı zamanda Sufilerin “Sevgili” diye çağırdıklarını da kapsar. Aslan odadan ruhaniyatı da almış.
Aslan’ dan sonra, kutsal Başak gelmiş. Parti düşkünü Aslan’dan sonra Başak’ın ortaya çıkışı Zodyak’ta ani bir değişikliğe neden olmuş. Başak bu görüş ile savaşmak ya da parti Aslanını kapı dışarı etmek yerine onu kabul etmeyi seçmiş. Hatta çok ciddi bir şekilde bir süpürge kapmış ve büyük bir alçakgönüllülükle salonu temizlemeye başlamış. Kral’ın bir gece önce verdiği veda partisinden kalan bira şişelerini, plastik tabakları, sigara izmaritlerini ve diğer her şeyi temizlemiş. Hiçbir kızgınlık ya da kırgınlık hissetmeden en iyi yaptığı şeyi yapmış: dağınıklığı toplamak! Başak hazineler odasından hizmet, çalışma, diyet ve düzen kavramlarını almış.Başak meleklerin Kraliçesi, zodyağın dadısı, düzen, çalışma ve hizmetin Mary poppins’i olmuş.
Hazineler odası tertemiz olduktan sonra en yakışıklı Şövalye Terazi ortaya çıkmış. Oda tahmin edeceğiniz üzere bomboşmuş. Terazi tasarım ve simetri burcu olduğu için buna hiç aldırmamış. Terazi ilişkileri ve ortaklıkları yöneten burç olmuş. İlişkiler, Terazinin odadan aldığı bir başka kavramı doğurmuş: Adalet! Adalet etki ve tepki arasında ki ilişkiyi temsil eder. Oda bomboş kaldığı gibi her yer sessizliğe bürünmüş, fırtınadan önceki sessizlik… Aslında kasırgadan önceki demek daha doğru olur.
Birkaç dakikalık sessizlikten sonra, odanın içinde Akrep’in görünmesiyle birlikte her yeri bir sis perdesi kaplamış. O salona indiği anda oda değişivermiş, bu yüzden de Akrep hazineler odasından değişim kavramını almış. Değişimle birlikte odadan hepimizin bir gün mutlaka karşılaşacağı, hepimizin korktuğu bir şeyi daha almış: Ölümü! Bir başka su burcu olan Yengeç bize yaşam ve doğumu getirmişken, diğer su burcu Akrep ölümü tanıtmış. Su ile susuzluğumuzu giderirken, diğer yandan da suda boğulabiliriz. Ölüme ek olarak Akrep cinselliği almış. Cinsellik ruhların yeniden beden kazanmasını sağlayan bir kavramdır. Ölümü ve cinselliği alan Akrep odadan bir de diriliş sürecini almış. Ölümün ölümü, yaşamdır. Cinsellikle birlikte Akrep, mahremiyet ve buna bağlı bir dizi reaksiyon zincirinin ürettiklerini de almış: iyileştirme, suç, sırlar, araştırma, paranoya, kişisel soruşturmalar, diğer insanların parasını yönetme, ortak hesaplar, miras vs. Akrep bir “x-files” burcudur. (Yay okçudur. Yay bir ok alıp fırlatır ve sonbaharın sabit burcu Akrep’i vurur. Böylece, Tarot Kartı Ölüm olan Akrep düşer. Tanımsal olarak, Akrep’i öldürmek imkansızdır. Bunun nedeni, Akrep’in ölüme hükmetmesidir. Ölüm nasıl öldürülebilir? Bir hayaleti ona bir silah doğrultarak korkutamazsınız.
Yay orada durur ve okuyla ölümü, Akrep’i hedef alır. Ama son anda, okçu hedefini değiştirir ve okunu gökyüzüne doğru fırlatır. Onun anlamı ölümü felsefi olarak öldürecek olmasıdır. Ölüm, Yay tarafından bir kavramdan, bir fikirden yapılmış bir okla öldürülür. Yay’ın fırlattığı ok ölüm için zehirli gerçekle sıvanmıştır. Yay felsefe ve dine hükmederken ölümün son olmadığını bize anlatır.) Akrep’in sisleri dağıldıktan sonra, odaya şimdiye kadar yaratılmış en güzel şey gelmiş. Hatta bazıları Akrep’in ölümcül sislerinin dağılmasına neden olanın efsanevi at-adam olduğunu söylemeye bile cesaret eder. Yarı at yarı insan, yarı tanrı yarı insan ışık ve güç yayarak odanın tam ortasında durmuş. Bu Yay’mış. Nasıl olmuş da odaya girmek için bu kadar beklemiş? O kadar atletik ve güçlüymüş ki; çok daha önceden savaşabilir ve odadan hakkı olanları alabilirmiş. Sanırım bunun nedeni Yay’ın aslından doğuştan bir gezgin olmasıymış, yabancı gelenekler ve yabancı gezegenler onun her zaman ilgisini çekermiş. Yay odada etrafına bakındığında, diğer burçların daha önceden almaya zahmet etmedikleri görünmez bir kavramı fark etmiş. Son derece önemli olan bu şey orada, Tanrı’nın bıraktığı aynı yerde hiç el değmemiş olarak duruyormuş. Bu hazinler odasındaki en değerli şeymiş. Akrep hazineler odasından bütün sırları almakla, tüm bunların asıl özünün de ortaya çıkarmasına yardımcı olmuş aslında Yay’a. Neymiş bu? Sevgi değilmiş… onu Aslan almış… Para değilmiş, onu Boğa kapmış. Hayat değilmiş, ona Yengeç el koymuş. Bu GERÇEK’ miş, tüm Gerçek, diğer her şey bir yana, sadece GERÇEK! Yay Gerçek’i almış.Yalanları zıt burç İkizler almış. Şimdi, zodyaktaki dokuz burçtan biri, Gerçek’in hükümdarı olmak zahmetine katlanmış! Bu sizce önemli bir şey değil mi? Gerçek büyük bir kelimedir ve bilgelik, felsefe, öğretme, din ve yüksek öğretim gibi onu yakından ilgilendiren pek çok başka kavrama da Yay hükmeder olmuş. Yay, gerçeği hakikaten bilmenin tek yolunun seyahat etmek ve değişik kültürleri tanımak olduğunu fark etmiş. İşte bu yüzden Yay bir gezginmiş. Hazineler odasından şansı ve iyimserliği de almış. Ne de olsa en yakın komşularınız bir yanda Akrep, diğer yanda Oğlak ise iyimser olmak zorunda kalırsınız. Eğer Yay yılın en karanlık zamanına ve aynı zamanda Gerçek’e hükmediyorsa bunun anlamı şudur: her birimiz kendi gerçeğini hayatının en zor anlarında bulur! Karanlığın içinden Aydınlık gelir. Gerçek, tünelin ucundaki ışıktır…
Yay her zaman aceleciymiş ve dört nala kaybolup gitmiş. Şimdi sırada Oğlak varmış. Son derece ihtiyatlı bir burç olduğu için çok yavaş adımlarla yürümüş ve de hazineler odasına varması epey bir zamanını almış. Duvarları, temeli ve odanın yapısını almış. Bunları başka bir şey inşa etmek için kullanabileceğini biliyormuş. Oğlak içlerinde yere bakan tek burç olmuş ve hiçbirinin odanın altındakileri almadığını görmüş. Alt dünya öylece duruyormuş. Kazmış kazmış, kazma işlemi yüzyıllar sürdüğü için farkında olmadan son derece sabırlı, disiplinli ve tahammüllü olmayı öğrenmiş ve böylece oda ona bu üç niteliği bahşetmiş. Kaza kaza toprağın bütün zenginliklerini; altın, mineraller, uranyum, petrol, elmaslar… Oğlak’ın yavaş olması bundanmış, o geç çiçek açanmış. Oğlak zamanın korkulan kavramını da almış odadan. Başarılarımız-başarısızlıklarımızı, bizi yaşlandıran zamanı; bize bir karakter veren zamanı.
Ardından Kova ortaya çıkmış. Odada kesinlikle hiçbir şey yokmuş ne yer ne duvarlar, hiçbir şey. Kova son derece zeki bir burçmuş; dahiliğin burcuymuş. Onun odadan aldığı şey gelecek olmuş. Oğlak geçmişi almış, Kova da geleceği. Kova ayrıca esrarengizlik, gariplik ve eşsizlik üzerinde ki egemenliği de almış. Gelecek nasıl alınabilir? Kova bunu telif hakkı ve patentler kavramlarını icat ederek yapmış. Aynı zamanda, hayırseverlik, kardeşlik, yardımlaşma, başkalarını düşünme ve arkadaşlar kavramlarını da almış.
Balık sonuncuymuş, ama çok önemliymiş, eskiden Denizkızı diye tanınırmış. Onun en son gelmesinin nedeni, hayal kurmayı sevmesi ve hayali işleriyle onu sürekli meşgul eden milyarlarca hayalı arkadaşı olmasıymış. Nihayet, boş hazineler odasının sessizliği onu nefis hayallerinden uyandırınca, bir zamanlar hazine odasının bulunduğu yerdeki boşluğun içine süzülmüş. Gülümseyip içini çekmiş. Hiçliğin tam ortasına oturmuş. Kendisini hiç de dolandırılmış gibi hissetmemiş, çünkü onun kendisi bir hazineymiş… Odanın aslında bir yanılsama olduğunu ve kardeşlerinin aldığı tüm hazinelerinde yanılsama olduğunu biliyormuş. “Şekil boşluktur” diye şarkı söylemeye başlamış, “Boşluk şekildir”.
Balık boş alandan hayal kurma, uyuma ve meditasyon yapma yeteneğini almış. Odaya girenleri ilkinden taa Koç’tan itibaren hayalini kurmuş, sonra çember kapanmış ve böylece kimse hazineler odasının Balık’ın hayalinin bir parçası olduğunu fark etmemiş. Hayal kurmaktan sıkılınca, Balık uyumaya gitmiş ve rüyalarında hediyeler odasının inşasına devam etmiş. İşte bu yüzden Balık uyumayı sever, çünkü rüyalarında çok verici olur. Tıpkı harikalar dünyasındaki Alice gibi, Balık da Zodyak’ı, gezegenleri ve geri kalan hepimizi hayal eder…Bir daha uyuyan bir Balık gördüğünüzde onu tembel olmakla suçlamakta acele etmeyin, varoluşun içinde sizi hayal ediyor olabilir… Neşe ve sevgimiz coşkulu rüyası, mücadele ve acılarımız kabusudur Balık’ın.